Bir tribün anısı yazayım diyordum bir süredir. Bugüne kısmetmiş. Aklımda ne yazacağım da yoktu. Şöyle bir düşününce ilk olarak Souness’ın bayrak diktiği maç geldi aklıma. Nedir ulan, bunun acısı 6-0’ın kıvancını bastırıyor mu bilincimde diye kıllandım bir süre hatta.
İlk maçta Sami Yen’deyiz Soon ile. 10 gün mü, 20 gün içinde miydi neydi, biri lig biri kupa finalinin ilk ayağı iki maç, ikisi de Sami Yen’deydi, gitmiştik. Ömer’e bir paket Camel’e maloldu ilki, ikinci maçta Parliament’i zulalamış, tedarikli gelmiştim, sigaraya başladığım maçlardır bunlar. İki maçta da paket olduk, lig maçı olan tam faciaydı (sor olarak değil futbol olarak), kupa maçında ise kafa kafaya giden maçı biraz hakemin uydurduğu penaltı ile 1-0 kaybetmiştik. Ama maç sonunda biz de, uzatılan mikrofonlara çok kısa konuşan Tayfun Korkut kadar inançlıydık: Bunun Kadıköy’ü var...
Benim manyak bir kuzenim var. Daha doğrusu o yıllarda manyaktı. Fenerbahçe manyağı. Şimdi evlendi akıllandı, 1 yaşında kızı var. 93’te sezon açılışına gitmişiz, maratondan açılış maçını izliyoruz. O yılların adeti olduğu üzere maç bitmeden sahaya daldı 200-300 kişi. Polis – stat görevlileri çıkarmaya çalışıyor. Bir baktım bu da orda, dalmış sahaya forma kapıcam diye. Stat görevlisiyim ayağına, millete boşalt burayı yapıyor uyanık. Öyle bi manyak yani.
Onunlayız tribünde rövanşta. Dramatik bir 90 dakika. Neredeyse tek kale oynanıyor. Beklenen golü ikinci yarıda V. Gobbel’in üzerinden çok dar açıdan kafayı vuran Aykut ile buluyoruz. Akabinde dalga dalga gelen ataklara iyi direniyor Galatasaray, kalecisi yıldızlaşıyor (kimdi ki acaba? Taffarel, ya da bir öncesi?). Velhasıl uzuyor maç. Uzatmalarda da değişiklik yok. Galatasaray maç boyunca doğru dürüst atak yapamıyor. 119 ya da 120. dakikada gelişen belki de ilk ataklarında Saunders çok düzgün vuruyor ve hevesimizi kursağımızda bırakıyor. Maçtan sonra taraftar – yazar güruhunun prototiplerinden olan Yavuz Gökmen “gol vuruşu” başlıklı bir yazı yazdı. Yazıya göre Fenerlilerin çektikleri sadece şut, Saunders’ın ki ise gol vuruşu idi. Ona da çok beddua ettim ama öldüğünde üzüldüm yemin ederim.
O esnada çok koymadı nedense. Bu mevzularda çok daha tecrübeli olan kuzen ise delirdi adeta. Tribündeki diğer taraftarları da gaza getiren bir şekilde küfür ve nidalar atarak koltukları kırmaya başladı (hayır sahaya atmadık, kırıldığı gibi bıraktık). Bir anda etraf kırık koltuk doldu. Acımıştım güzelim mavi koltuklara. Tribün şiddetinin içindeydim işte. Bu tip konularda bize medeniyet dersi veren, ders alınmamışsa cezalar yağdıran ecnebi memleketlerinden gelen bir adam yüzünden olmuştu her şey.
Hemen o akşam “nasıl diktiler len bayrağı” ayarları verilmeye başlandı mahallede. Nasıl verilmesin, kendimi Galatasaraylıların yerine koyuyordum, gurur ve ego tavan yapar diyordum. BJK’ye bir şekilde var olan sempatimin ilk kayıpları da bugünlere rastlar belki. Size giren çıkan ne olm - diye cevap veriyoduk BJK’lı olup bu mevzu üzerinden vuranlara. Bu mevzu o kadar yer etmişti içimizde o günlerde.
2 yorum:
on günde iki samiyen deplasmanı,iki malubiyet,90 dakkada bi paket camel.hoca kimdi bizim? göndermeliymişiz:)
bide başlığa bayıldım abi,
üç naktayı tamamlıyorum her seferinde bilesin.
Yorum Gönder